Tamamla Beni


15.10.2014


“Bir insan neden yalnız kalmak istemez, devamlı birilerini yanında ister? Bir insan neden evlenir? Kendimi illaki biriyle olmak zorunda hissetmiyorum, hatta bundan gurur duyuyorum ama bu zorunluluğun baskısını her geçen gün duyumsadıkça yanımda birini ister oldum.

Ama buraya bundan dolayı gelmedim. Zorunluluk ve baskı beni itekler sanırken fark ettiğim şey hissettiğim “eksiklik”. Hep istermişim de, fısıldadığım şeyi bağırmaktan korkuyorum şimdi sanki. Bu şekilde eksiğim sanki. Anlatamadığım bir boşluk duygusu Ümran Hanım! Hani böyle içinde cümlelerin anlamsız kaldığı, sessizliğin yankılandığı türden…

Ve bu boşluk çok bana…”

Baş edemiyordu danışanım ve gerçekten katlanılmayacak bu boşluktan kurtulmak için kendisine zarar verici yolları tercih ediyordu. Sonuç onu daha fazla boşluğa düşürmekten başka işe yaramıyordu elbette.

Gerçekten sorduğu sorular ilginçti. Neden yalnız kalamaz bir insan? Bu sorusu aklıma Kadim Yunan Hikâyesini getirdi. Çoğumuzun bildiği mitolojik efsane:     

İnsanlar eskiden dört kollu dört ayaklı, bir kafada iki ayrı yüze sahip, çok güçlü yaratıklarmış. Çok geçmeden birbirleri ile geçinememeye, türlü taşkınlıklar yapmaya ve olay çıkarmaya başlamışlar. Savaşlar günlük bir oyun, dünya acınası bir yer haline gelmiş. Buna sinirlenen kudretli tanrı Zeus insanları cezalandırmak için onları huzuruna toplamaya karar vermiş. Parlaklığı bakanı kör bırakan keskin bıçağı ile korku içinde bekleyen insanları ikiye bölmüş. İkiye bölünen parçalar o kadar korkmuşlar ki birbirlerine sıkı sıkı sarılmışlar. Tanrılar,  bu işi böyle olmayacak, diyerek ayrılan bedenleri dünyanın dört bir yanına dağıtmaya karar vermişler. Böylece insanlar parçalarından eksik, bütün hayatlarını diğer yarılarını bulmak için harcamaya başlamışlar” .

Günümüzde “ruh eşi” diye bilinen kavram antik yunan mitolojisinde böyle anlatılır. Ruh eşi kavramı oldum olası bana çok abartılı bir tabir gibi gelse de içindeki kelimelere tek tek baktığımda insanların ne aradığını anlamakta zorlanmıyorum. Ruhlarına girip onları “anlayabilecek” ve onlara eşlik edecek bir ses, bir nefes, bir gölge, bir ışık…

Ergenlik dönemi, çocukluk yaralarının sarılmaya çalışıldığı dönemdir. Bu dönemde yaralarını sarmayan, saramayan erkek ya da kadın bu yaralarını saracak, köken ebeveynlerinden ve çevresinden, aldığı ve / ve ya alamadığı şeyleri verecek bir eş arar. Alamadığı sevgiyi, ilgiyi, şefkati, güveni, korumayı, desteği, onayı, takdiri ya da aldığı! Bu yüzden bunu ileri götürüp sevdiğini “bunlardan birini kendisine vermeyene” benzetmeye çalışanlar bile çıkar. Sürekli bir sıralamayı takip eder kafasında, o sıralamanın sonunda her şey “tamam” olacaktır sanki.

Ona mitolojik öyküdeki bıçağın acısını unutturacak, dünyanın öbür yanına savrulmuşçasına hissettiren yalnızlığına merhem olacak bir âdemoğlu ya da kızı… Öyle ki o konuşurken sesler kendi ağzından çıkıyor gibi kalbi ve ruhu ona akacak, ne istediğini bilecek, ona alamadığı ne varsa sunacak, vermek istediklerini kabul edecek.

Çok şey ister görünüyorlar değil mi? Herkesin benzer şeyler istediği ancak birbirini bulmakta zorlandığı bir çelişki içinde insanlar. Suçu Yunan tanrılarına atamayacağımıza göre sorun nerede? Herkes benzer şeyi istiyorsa neden bu kadar insan yalnız? Herkes yalnızsa herkes herkesi neden bulmaz? J

O halde dönüp kafadaki listelerinize bakmakta fayda var. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi “Neyi arıyorsanız O’sunuz” çünkü.  Ne bekliyorsunuz? Ne istiyorsunuz? Eksik yönünüz ne? Kim, ne yaparsa tamamlar sizi?

Bu soruları sormak içsel bir yolculuğa davet aslında. Anılarınız, gülümsemeleriniz, göz yaşlarınız, kahkahalarınız, sesler, kokular, yüzler, tatlar, türlü türlü suratlar karşılayacak sizi. Bir anda soruverdiğiniz bu soruların cevapları için yıllardır biriktirdiğiniz arşivleriniz çıkacak ortaya. Ufak bir damıtma işleminden geçeceksiniz. Neden hep aynı tip insanları, aynı ilişkileri hatta aynı ayrılıkları yaşadığınızı göreceksiniz belki de. Bu damıtma sonunda konsantre istek ve beklentilerinize kavuşacaksınız. İşin içinden çıkamadığınız ya da işin içine girince çözmeye istekli olacağınız durumlar için bunu terapi ortamına taşıyan bile çıkacak içinizde danışanımın yaptığı gibi.

Bu yeterli olacak mı? Sanırım uzak durmanız gereken başka bir tehlike bekliyor olacak sizi. Elinizde sureti olmayan bir ruh olacak. O ruhu içinize üfleyecek bir beden arayacaksınız. Bunun tamamına ulaşmanız elbette mümkün değil ama bulduğunuz kişi istediğinize en yakın olsun diye çabalayacaksınız. Sureti olmayan bir ruh: Olmasını beklediğiniz kadın ya da adam. Onun karşınıza çıkmasını beklerken, birine kapılıp onu yarattığınız kalıpla hayal etme tehlikesi de söz konusu. William Shakespeare “Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup aşk sanıyorsunuz” der. Bir nevi böyle bir durum…

Sanırım “herkes yalnızsa herkes herkesi neden bulmaz” sorusunun cevabı da burada gizli. Yalnızlık hem sığınılacak bir liman hem de başka limanlara pupa yelken gitmek için soluk aldığımız ama “gitme fikrini her daim fısıldayan” bir durak. Bu durakta iken sessizliğin ve şüphesizliğin lüksünü sonuna dek yaşarken bir yandan içten gelen tamamlanma arzusu ile korku yaşıyoruz. Bu korku içinde ömür boyu yalnız kalma kaygısı da var, “birini bulursam acı çekerim” kaygısı da… İki ucu keskin bıçak: Ya yalnız kalırsam? Ya yalnız kalmamak için yanılırsam?

Biraz korku kadar yararlı bir şey yoktur. Korkan insan kendini güvende tutmak için motivasyona sahiptir. Ancak korkunun fazlası zarar verir. Bir süre sonra korkulan şeye zemin hazırlayacak kadar mantık sınırını aştıran bir korku kendi sonunu hazırladığından başka korkulara da yer açar.

Yalnızlık korkusu da buna benzer. Uzun süre boyunca zarar görme korkusu ile insanlardan uzak duran bir kişi sessizliğe ve kimsesizliğe dayanamaz hale geldiğinde kapılarını aralar. Ancak o kadar zaman bu konuyu düşünmekten bile uzak durmuştur ki kafasında belirlediği her şey uçup gitmiştir. Zaten bu süre içinde istekleri de değişmiştir. Yani kendisini savunmak için geliştirdiği yalnızlık zırhı onu savunmasız bırakmıştır. O durumda “beğendiği bir bedene hayalindeki ruhu koyup” aşk da sanabilir, aslında aramadığı bir şeye de saplanıp kalabilir.

Bir eş aramaktan önce içinize yolculuk yapmayı iş edinip kavuşmak istediğiniz ruhun özelliklerini bulmanızda fayda var. Yani aslolan “dünyanın herhangi bir yerine savrulmuş” eşini bulmak ya da bulmak ya da bulmamakta değil; kendi içinde istediğiniz ruhun suretine ulaşmakta. Doğru herkes için bir tane ancak yalnızlık çeşit çeşit tıpkı Fatih Sultan Mehmet Han’ın kendine has o muhteşem üslubunca söylediği gibi:

Hiç kimse yok kimsesiz 
Herkesin var bir kimsesi 
Ben bugün kimsesiz kaldım 
Ey kimsesizler kimsesi

Kimsesizim diye üzüldüğümüz anlarda bile aslında bizi kollayan bir gücün var olduğu bu dünyada içinize ruh üfleyecek bir kimse bulmanız dileği ile sevgiler…