CİSED, Günümüzdeki Yakın İlişkilerin Kısa Ömürlü Olmasının Nedenlerini Açıkladı...

27 Şubat 2019

CİSED BAŞKANI CEM KEÇE: “BAĞLILIK OLMADAN SAĞLIKLI VE MUTLU BİR İLİŞKİ OLMAZ!”

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) cinsel terapistleri
, her şeyin kolay ulaşıldığı ve hızla tüketildiği modern dünyamızda kadın-erkek ilişkilerinin de kısa sürmeye başlamasının ve evliliklerin çoğunun boşanmayla sonuçlanmasının mutsuz insanlar ve mutsuz toplumlar yarattığına dikkat çekerek bağlılık duygusunun kaybedilmesinin ilişkilerin ömrünü kısalttığını belirttiler.

BAĞLILIK DUYGUSUNU KAYBEDİYORUZ!

CİSED Genel Başkanı Psikoterapist Cem Keçe, “Hızlı ve modern yaşamımızda sevgi dolu, kalıcı ilişkiler geliştirmek için zamanımız ve sabrımız yok. Mükemmel eşler istiyoruz ve beklentilerimiz hemen karşılanmadığında hızlı bir şekilde hayal kırıklığına uğruyoruz. Sevgiyi büyütmek ve ilişkilerimizi sürdürebilmek için sorumluluk almaktan, fedakârlık yapmaktan, zaman ve çaba harcamaktan kaçınıyoruz. Karşılaştığımız ilk ciddi sorunda vazgeçiyor ve ayrılıyoruz. Boşanma oranları sürekli artıyor, uzun ömürlü ilişkilerin yerini ‘biri gider diğeri gelir’ mantığıyla kısa süreli ilişkiler alıyor. Çünkü ‘bağlılık’ duygusunu kaybediyoruz” dedi.

SEVGİNİN ÖZÜ BAĞLILIKTIR

Uzun ve mutlu bir çift ilişkisini oluşturan önemli bileşenlerin koşulsuz sevgi, koşulsuz kabul, adanmışlık ve bağlılık duygusu olduğunu vurgulayan Keçe, “İlişkide güven duygusunu besleyen temel faktör ve sevginin özü bağlılık, başka bir ifadeyle adanmışlıktır. İnsan sevildiğini ve sevdiğini ancak güven duyduğu bir ilişkide hissedebilir. Öte yandan insan özünde hiçbir şeye bağlı kalmak istemez, çünkü bir seviyede daha iyisinin mümkün olabileceğine inanır ve koşullar olgunlaştığında var olan ilişkisini daha iyi bir olasılık için de terk etmeye meyillidir” dedi. Keçe, kadın-erkek ilişkisinde bağlılığın dürüstlük, açıklık, tutarlılık anlamına geldiğini ifade ederek şunları ekledi: “Bağlılık ilişkinin uzun ömürlü olmasının garantisidir, çünkü bir seçim yaparak diğer alternatiflerden vazgeçmek demektir. Her ne kadar bu ilk başta kısıtlayıcı gibi görünse de aslında insanın yaşamına büyük bir özgürlük ve derinlik getirir. Bağlılık, sözlü ve yazılı olan bir taahhüt, yani ilişkiyi sürdürme sözü vermektir. Bu taahhüt bize artık hangi kişinin veya yaşam biçiminin daha fazla mutluluk getireceğini ölçmek zorunda olmadığımız bir yaşam sunar. Bağlılığın iki önemli aşaması vardır: Bağlılığı oluşturmak ve bağlılığı sürdürmek. Bağlılık bir anda oluşmaz; duyguları paylaşarak, birbirini dinleyerek, anlayarak ve destekleyerek ilişki fiziksel ve duygusal bir etkileşimden daha derin bir yakınlık hissine doğru ilerledikçe, sevgi dolu bir adanmışlık hissi oluşur. İşte bu his, yaşamın iniş ve çıkışlarında çifti bir arada tutan sımsıkı bir bağ oluşturur.”

BİRBİRİNE ADANMIŞLIK

Keçe, “Bağlılık alınan bir karar, varılan bir yargı ve verilen bir sözdür. Bağlılık, geleceğin ne getireceği konusundaki belirsizliğe rağmen o kişiyle ilişkiyi sürdürmek istemek ve bunun için üzerine düşen sorumluluğunu almak, yaşanabilecek tüm sorunların üstesinden gelmek için çaba göstermeye hazır olmaktır” diyerek ilişkide bağlılığın çift taraflı olmasının gerektiğinin altını çizdi ve “Birbirine adanmışlık duygusu olan çiftler, birbirleri ve ilişkileri hakkında olumlu düşünürler. Bunun sonucunda da ilişkilerini sağlam bir zeminde tutmak için çaba gösterirler. İlişkilerini inceldiği yerden kopacak şekilde kaderlerine terk etmezler. Yaşadıkları sorunların ya da çatışmaların çözümsüzlüğe sürüklenecek şekilde kontrolden çıkmasına izin vermemeye çalışırlar. Bunu yaparken de kendilerini birey olarak değil, bir bütünün yarısı olarak görürler, bütünün bir arada kalması için ellerinden gelenin en iyisini yapmak için uğraşırlar. Aksine bağlılık hissetmeyen kişiler için diğer seçenekler her zaman gündemdedir. Bu yüzden de ilişkilerinde yaşadıkları sorunları çözmek için çok çaba harcamazlar ve işler yolunda gitmediğinde daha iyi seçeneklerin peşine düşerler. Bağlılık olmadan ilişkinin temeli karşılaşılacak zorluklara direnmeye yetecek kadar güçlü olmaz” dedi.

CİNSEL YAKINLIK VE DUYGUSAL BAĞLILIK

Beynin en önemli cinsel organ olduğunu ve seksin beyinde görkemli bir biyokimyasal süreci tetiklediğini söyleyen Keçe, “Seks sırasında beyinde salgılanan üç farklı kimyasal ve seks hormonları cinselliği sadece fiziksel bir eylem olmaktan çıkarır. Kadınlarda dopamin ve oksitosin, erkeklerde dopamin ve vazopresin cinselliğin duygusal etkilerinden sorumludur. Dopamin, güçlü bir zevk, heyecan ve mutluluk duygusu yaratır ve yaptıklarımızı tekrar etmek istememize neden olan bağımlılık yaratan bir özelliğe sahiptir. Oksitosin ve vazopresin sevgi, güven ve bağlanma duygularını arttırır” dedi. Tüm bu özellikleriyle cinselliğin gerçek aşkı deneyimlemek ve bağlılık oluşturmak için güçlü bir çekim yarattığını belirten Keçe, “Birbirini seven bir çiftin cinsel etkileşimi, en mahrem ve heyecanlı bağlanma biçimlerinden biridir. Aşk, insanı hem duygusal hem de fiziksel yakınlığa götürür. Bu yakın olma arzusu, kişinin kendi benliğini anlaması ve sevdiği kişi ile paylaşması ile duygusal düzlemde tatmine erişirken, dokunma, duygular ve cinsel birleşme ile de fiziksel olarak tatmine erişir. Aktif bir cinsel yaşam mutlu ilişkilerin sabır, sadakat, koşulsuz sevgi, samimiyet, vefa, tutku ve karşılıklı saygı gibi temel taşlarını birbirine sabitleyen harçtır. Bir binanın sağlam olması için tuğlalar arasına yeterli miktarda harç konulması ne kadar önemliyse, bir ilişkinin uzun ömürlü olabilmesi için de cinsel ilişkinin karşılıklı doyuma ulaşılarak devam etmesi o kadar önemlidir” dedi.